Gün çoktan ağarmıştı.
Kadın kahvenin tatlı aroması ile gözlerini usulca araladı.
Yılların emektarı Fikri Bey her zaman işini vaktinde yapar ve (küçük hanımın) kahveyi nasıl sevdiğini unutmamıştı.
İpekten sabahlığını üzerine geçirdiği gibi elinde kahvesi ile yalınayak odasının balkonuna koştu.
Evleri adanın batı kısmında, uçsuz bucaksız mavilikteki denizin kara ile buluştuğu oldukça yüksek bir yamaçtaydı.
Akşamları deli bir gün batımı izlenirdi buralardan lakin sabahın tazeliğinde, koyu ve serin bir gölgesi vardı.
Ürperdi kadın birden serinliği teninde hissedince, iyice sarındı sabahlığına.
Uzakta güneşin ışınları cilveli cilveli sularla oynaşsa da karşısında uzanan deniz öylece kendi halinde, sakince dalgalanıyordu.
Kadın korkuluklara dayanarak manzarayı seyre daldı.
Balkonun kenarına sıra sıra serviler dikmişti babası o daha bebek denilecek yaştayken.
Babasına göre serviler insanın doğumdan ölüme kadar varoluşunu, hayatın ta kendisini temsil ediyordu. Bu yüzden gökyüzüne doğru uzanan servilerin endamı kadını hep büyülemiştir.
Her şey, gençliğinde hatırladığı gibiydi…
Balkon kapısının önünde gülümseyerek ona bakan Fikri Bey uzun zamandan beri görmediği küçük hanımı seyre dalmıştı.
Hala ona küçük hanım diye sesleniyordu…
Oysa 40 lı yaşlarını çoktan yarılamıştı.
Kumral olup, omuzlarına uzanan, sola… tek yöne ayırdığı ışıltılı saçları hacimli ve dalgalıydı, sağ kulağının arkasına sıkıştırdığı saçında, şakaklarının hizasında, hafif beyazlar boy göstermeye başlamış…
Babasına çekmiş olmalı, beyefendinin de akları önce şakaklarına düşmüştü.
Saçını hep sola ayırmasından dolayı galiba yüzünün sağ tarafında, alnındaki çizgiler, gözünün etrafında papatya misali çiçeklenmiş kaz ayakları, daha belirgindi.
Her ne kadar gözleri çabuk buğulansa da aslında parlak ve muzip bakışlara sahipti küçük hanım.
Açık kahve olan gözleri, güneşin yansımasıyla elaya dönerdi.
Gerçi küçük hanım her zaman bundan şikâyetçi olmuştur… nasıl olur da ailede herkesin gözleri renkli, yani yeşilken bir tek onunkileri kahveydi.
Saçlarının gürlüğü… seyrek ve açık kahve olan kaşlarında pek yoktu.
Kirpikleri de çok hacimli değildi.
Kalın bir boyun bölgesine sahipti.
Yüzünde hiç sırıtmayan orantılı, yumuşak geçişli bir burun ve kulak yapısıyla beraber dolgun sayılabilecek dudakları vardı.
Çenesi çok belirgin değildi, yüzü yuvarlakça ve temizdi… açık alınlıydı.
Açık buğdaya bakan teni, oldukça pürüzsüz ve yumuşak görünümlüydü,
boynuna taktığı kolyesiyle de ışıltısını hiç eksik etmezdi…
Esasen küçük hanımın ergenliğinde bile, yüzünde, tek bir sivilcesi dahi çıkmamıştı.
Güneşi sığdırdığı harikulade bir gülüşe sahipti.
Dünyanın en güzel gülüşlerinden biri kesinlikle küçük hanımındı.
Bu sadece Fikri beyin düşüncesi değildi, onu yakından tanıyan birçok insan bunu dile getiriyordu, kalabalık bir ortamda, bildiği tek şefkat gösterisi olan samimi ve neşeli gülümsemesiyle adeta tüm dünya ile flört edercesine kıpır kıpır heyecanlı konuşmalarıyla hemen dikkatleri üzerine çekiyordu.
Güzel bir kadındı.
Kabuğuna sığmayan çocuksu tavırlarıyla şefkat ve sevgi doluydu yüreği.
Narindi…
Yalnız bu narinliğine aldanmamak gerekir, zorluklar karşısında pes etmeyen azimli bir yapısı vardır.
Süslenmeyi, ışıltılı takılar takmayı çok sevdiğinden kolyesini küpesini hiç eksik etmezdi küçük hanım…
Parmakları kısa ve tombişçe olduğundan etini kesmesin diye sadece işaret ve baş parmağına yüzük takardı.
1.60 a varmayan boyuyla ailenin en kısa üyesiydi…
Çocukluğundan beri, -biraz etine dolgundu…
ve bugün de bu, ııı, değişmemişti…
çok geniş olmayan omuzları dar ve küçüktü…
balık etli olmasına rağmen kadınsı ve yuvarlak hatlarıyla çok ince ve zarif ayak bilekleri vardı.
Alımlıydı…
Kahve bir müddet sonra elini yakınca kadın irkilerek kendine geldi.
Fikri bey her zamanki nezaketiyle.
Küçük hanım kahvaltınız hazır…-Diyerek-içeriye davet etti kendisini.
Özenle hazırlanan masayı görünen kadın, Fikri beye neşeli bir bakış fırlattı,
Aradan geçen bunca yılın ardından böyle sevgiyle karşılanmak onu bir hayli mutlu etmişti.